Ha Hacca, ha Avrupa’ya…
Dindar insanlar ne zaman dinlerini serbestçe yaşamak istediklerini söyleseler, “Laikçi” kesim” den aynı tepki gelir: Ne engelleri var ki? İstedikleri gibi oruç mu tutamıyorlar, namaz mı kılamıyorlar, hacca mı gidemiyorlar? Doğrusu ben Hacca gitmeyle ilgili çeşitli kısıtlamalar olduğunu biliyordum ama bu kadarını bilmiyordum! Şimdi, bu sorunlarla yıllardır boğuşan insanlar “günaydın, yeni mi duydunuz” diyebilirler ama ben yine de benim gibi rezaletin boyutlarının farkında olmayanlar için yazacağım. Çünkü sayılarının hiç de az olmadığını sanıyorum.
***
Bir kere, sade düşünen bir insan, Anayasa’da seyahat özgürlüğü varsa, insanların Hacca gitmesiyle, Avrupa’ya, Amerika’ya ya da Maldiv Adaları’na gitmesi arasında bir fark olmaması, ilave kısıtlama ya da zorluk çıkarılmaması gerektiğini hemen görür. Hacca gitmek isteyen insan da herkes gibi alır pasaportunu, isteniyorsa alır vizesini; koyar parasını cebine; hac döneminde istediği tarihte; istediği süreliğine; ister tek başına, ister turla; ister kara ister hava yoluyla seyahatini yapar. Burada konuşacak, tartışacak bir şey bile yoktur. Ama devletimiz her şeye burnunu sokmayı o kadar seviyor ki; hele hele din söz konusuysa her şeyi kontrol altında tutma refleksi o kadar güçlü ki, hem bu işi arapsaçına çevirmiş, hem de seyahat özgürlüğü namına bir şey bırakmamış. Bir kere, şu anda varlık nedeni sorgulanan, laikliğe aykırı olup olmadığı tartışılan ve kaldırılması talep edilen bir kurum, Diyanet İşleri Başkanlığı tur düzenleme gibi ticari bir işe soyunmuş. Ayrıca, nereden icap ettiği bilinmeyen bir şekilde bir de Bakanlıklar arası Hac Kurulu diye bir kurul oluşturulmuş. Bu da yetmemiş, Hac kotası diye bir kota konmuş. Yani, her yıl Hacca gideceklerin sayısı sınırlandırılmış.Bu kurul, Hac kotasının yüzde 60’ını Diyanet İşleri Başkanlığı’na ayırmış. Geri kalan yüzde 40’ını seyahat acentelerine tahsis etmiş. Çekilen kur’a sonucu, hacıların isteği alınmadan, kimin Diyanet İşleri kanalıyla, kimin seyahat acentelerinin kanalıyla gideceği saptanıyor. Bazen, bir ailenin bazı fertleri Diyanet kanalıyla, bazıları da seyahat acenteleriyle, ayrı ayrı zamanlarda gitmek ve ayrı yerlerde konaklamak zorunda kalıyor. Bu da yetmemiş, seyahat acentelerinin önüne acenteler arasında serbest rekabeti engelleyen, haksız rekabete yol açan bin bir türlü kural, bin bir türlü kısıtlama konmuş. İnsanların seyahat şirketi seçme hakkı olmadığından, fiyat rekabeti de ortadan kalktığından, ortaya öyle fiyatlar çıkmış ki, bugün aynı mesafedeki İspanya’ya gidiş fiyatı ile Hac fiyatları arasında 4 katına varan bir farklılık oluşmuş. Bu da yetmemiş, kara, deniz ve demiryolunu yasaklanmış, sadece hava yoluna izin verilmiş. Bu da yetmemiş, insanların gideceği zamanı, güzergâhı, hatta seyahat sırasında giyecekleri elbiseyi bile devlet belirlemiş..
***
Şimdi biraz olsun iz’anı, sağduyusu olan herkese soruyorum: Bütün bu kısıtlamaların anlamı, din ve ibadet özgürlüğünün kullanılmasını engellemek değilse nedir? Dünyanın hiçbir yerine gidecekler için kota konulmazken Hac kotası diye bir kota neden ve ne hakla konuluyor? Bakanlıklararası Hac kurulu diye bir kurul oluşturulması nereden icap ediyor? Diyanet nasıl bir mantıkla turizm şirketi gibi tur organizasyonuna girişiyor? Devlet insanların seyahat edecekleri şirketi, gidecekleri aracı, gidecekleri zamanı, gidecekleri güzergâhı ne hakla belirliyor? Bugün bu sorulara cevap vermeyen yetkililer bilmeli ki, yarın öbür gün bu sorular Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından önlerine konacak. O zaman savunma yapmaya çalışmaktansa, hatayı hemen düzeltmek daha iyi değil mi? Not: Önümüzdeki iki hafta boyunca yıllık izin kullanacağım. Eylül başında yeniden buluşmak üzere…
Gülay GÖKTÜRK – Dünden Bugüne Tercüman – 15.Ağustos.2005